Neşe’nin Kırılgan Yankısı: Manuel Vilas’la Lirik Bir Yalnızlık

Manuel Vilas’ın Neşe’si, trajediden süzülen bir gülümseme. Müzikle yoğrulmuş gibi duran bu lirik yalnızlık, neşeyi yeniden tanımlıyor. 

Bazı duygular vardır ki sözlük tanımını aşar, bir romanın sayfaları arasında yeniden doğar. Manuel Vilas’ın Neşesi tam da böyle bir duyguya, neşeye, alışılmışın dışında bir kimlik kazandırıyor. Trajedinin içinden süzülen bir gülümseme, geçmişin yankılarında gizlenen melodik bir sızı…

Literatürde “autofiction (otokurgu)” olarak tanımlanan anlatı, okuru hem duygusal hem düşünsel bir derinliğe çağırıyor. Haydn’dan Wagner’e, Mozart’tan bugünün yalnızlığına uzanan bu yolculukta, neşe artık yalnızca bir sevinç değil; bir özlem, bir yas, hatta bir fark ediş oluyor. İtiraf ile kendi kurgusu arasında bir yerde duran yazar, geçmişten yola çıkarak henüz gerçekleşmemiş olana doğru ilerleyen bir hikâye yazıyor.

Neşe: Duygusal ve düşünsel derinliğin izini sürerken, Vilas’ın anlatımı okurun iç dünyasında yeni bir yankı uyandırıyor

Bazı edebiyat eleştirmenlerinin Dantean yazar olarak tanımladığı Manuel Vilas, kurguladığı ahlaki ve düşünsel derinlik, geçmiş anıların gözümüzde canlandırdığı duygusallık ile soluksuz bir okuma yolculuğuna çıkartıyor.

Neşe başımıza gelen trajikomik olayların bıraktığı tat gibi kelimenin tanımına yeni duygular ekleyen bir roman. Zamanla trajedinin dönüştüğü komedinin Neşe’si gibi içimizi burkan bir duygu olarak da tanımlanabilir. Romandaki farklı zaman dilimlerinde ve farklı olaylar örgüsünde ele geçiren bu duygu yoğunluğunda sözlük tanımına uyumlu tek “Neşe” ise Vivaldi. Akıllara ilk gelen Antonio Vivaldi’den esinlenerek ismini verdiği küçük oğluyla ve diğer aile fertleriyle -ki her birini bir müzisyenin ismiyle anıyor- yakınlarıyla ilişkisini anlatırken, roman boyunca fonda hissettirdiği müziği de duyumsuyoruz. Örneğin, “Mozart hem neşeydi hem uçurumdu” tanımlaması romana adını veren duygunun yazar nezdindeki tanımlamasının başka bir sağlaması.

Manuel Vilas, geçmişten güç alıp henüz gerçekleşmemiş olana uzanan lirik bir yaşamı anlatıyor. Karşılaştığımız ilk lirik temalardan biri ölüm. “Hayat, hayatı tanımanın imkânsızlığıdır” olarak nitelendirdiği sert ve acımasız macerada “Sadece şimdideki yabancılaşmamızın ve gelecekteki yabancılaşmamızın güzelliğini seyretmek bizi yabancılaşmanın trajedisinden kurtaracak” diyor. Romanın devamında ise “Ölüm kötü değil, onu biz kötü yaptık” diyerek kültürün inşasını zarif bir bakış açısıyla sorgulatıyor okura.

Kapitalizm sizden neşeyi çalıyor ve neşenin fiyatına paha biçilemez!

Roman boyunca yazarın toplumsal tahlilleri de kolektif bakış açımıza yeni tohumlar serpiştiriyor. Vilas, “Üçüncü Dünya Savaşı insanların zannettiği gibi olmayacak. Bütün insanlık, zekileşip peşimize düşen çöplere karşı savaşacak. Biz çöpün ürünleriyiz.” diyor ya da ekonomik ve kültürel emperyalizmin en güçlü simgesi olan malum karamelize şekerle tatlandırılan gazlı içeceğin literatürümüze kattığı coca-kolonizasyon kavramını yeniden düşündürtüyor.

“Kapitalizmden sürekli çalmak gerek, zira ne kadar çalarsanız çalın onun sizden çaldığı miktara asla ulaşamayacaksınız, o sizden neşeyi çalıyor ve neşenin fiyatına paha biçilemez” diyerek oğluyla Amerika’da gittikleri Fransız sömürgesi kökleriyle ilişkili Café du Monde’de tek kişi fiyatına iki kişi içtikleri ve istedikleri kadar gazlı içecekle doldurdukları devasa bardakla anlatıyor tüm bunları.

Romanın genelinde Vilas, mizah ve derinlik arasındaki ip üzerinde yürüme yeteneğiniyle her tür okuyucuya hitap ediyor. Yine tüm roman boyunca hâkimiyetini kaybetmesine asla izin vermediği derin psikoloji, başta kahramanın kendisi olmak üzere karakterlerin ruhunun en karanlık köşelerine ışık tutuyor. Başarısından yine ödün vermediği edebiyatı ile bu ışık içsel dünyamızda yankı buluyor. Sanki her birimizin yakınındaki en az bir tanıdık simayı hatırlatır gibi aydınlanıyor zihnimiz.

Bir önceki romanı Ordesa’ya atıfta bulunarak “Ölmüş annemle babamın hayaleti yanımda olmadan bu hayatta tek bir adım bile atamam… Romanım yayımlandıktan sonra bir daha onları çağırmamaya, onları sonsuza kadar ölümlerinde bırakmaya karar vermiştim…” diyerek Neşe’de babasını Bach annesini Wagner olarak tanımlıyor. Baş kahramanımızın yanında disiplinli, kusursuz ve sarsılmaz Baba Bach ile dramatik ve fırtınalı Anne Wagner bile yetermiş romanla yaşadığımız duygulara derken, Rachmaninoff’u, Brahms’ı, Mozart’ı, Chopin’i, Beethoven’ı, Schönberg’i ve nicelerini duyuyoruz.

Neşe, müziğin, hatıranın ve kaybın iç içe geçtiği bir orkestrada, her birimizin kalbine dokunan ortak bir melodiyi yankılatıyor.

Değer Tuncel

Kaynak: Kayıp Rıhtım/17.06.2025

Kitabı indirimli satın almak için tıklayınız.

Kapat