Kanıyla Tarih Yazanlar ve O Tarihin Yarasını Saranlar

“Kendi tarihini çarpıtan, abartan, küçülten, yalanlarla kirleten yazarlar, aydınlar yeryüzünde yalnız bizde bulunuyor.” diyen Turgut Özakman’ın büyük emek ve araştırmalara dayalı “DİRİLİŞ Çanakkale 1915” belgesel romanı, akıcı bir dille anlattığı savaşın her dakikasını, iliklerimize kadar hissettiriyor. Yıllardır hamaset edebiyatı, hurafe ve yalanla uyutulan Türk halkının, özellikle de genç kuşakların 135. baskısına ulaşan bu kitabı ve kendi tarihlerini satır satır okumaları gerek.

1914’de bir yaz günü “seferberlik” ilan olundu, ilk hücumlar başladı, sonrasında kıyametler koptu, 9 Ocak 1916’da düşmanlar çekilip gitti. Çanakkale Savaşları, Türk ulusunun tüm dünyayı şaşırtan uyanışı, direnişi, dirilişidir.

Her alanda gerilemiş, devrini tamamlamış, hazinesi tamtakır Osmanlı; her biri ayrı hesaplar peşinde olan emperyalist güçlere karşı zorla içine itildiği savaşa, bir değil, yüz-sıfır geriden başlıyordu. Balkan savaşlarından yenilgi, kayıp ve yorgunlukla çıkan Osmanlı, eğitim ve teçhizatı çok yetersiz ordusu ile tam anlamıyla “el elde, baş başta” kalmıştı.

Çanakkale’nin “sağlık” cephesinde canla başla çalışan kahramanlarımız

O acı günlerde, Çanakkale’de şehit olan on binlerce Mehmetçik’in yanında, sayıları yine on binlerle ifade edilen yaralılarımız için de bir “sağlık ordusu” iş başındaydı. Yetersiz hastane, doktor sayısına ve içler acısı koşullara rağmen…

Prof. Dr. Besim Ömer Paşa / İstanbullu hanımlar, gönüllü hemşirelik eğitimi sırasında.

 Prof. Dr. Besim Ömer Paşa ve “Gönüllü” Hemşireler

Prof. Dr. Besim Ömer Paşa / İstanbullu hanımlar, gönüllü hemşirelik eğitimi sırasında.

 

 

 

 

Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin (Kızılay) Genel Başkanı da olan Dr. Besim Ömer Paşa, hemşirelik mesleğinin önemini, duyulan ihtiyacı biliyordu. Cemiyet, ilk kez İstanbul Kadırga’daki bir hastanede 6 ay süreli “gönüllü hasta bakıcı kursu” açmış, ilk dersi kendisi vermişti. Balkan Savaşları ile birlikte Müslüman Türk Kadını hastanelerde çalışmaya başlamıştı. Hilâl-i Ahmer Kadınlar Kolunda çalışan Nezihe Veli Hanım ve arkadaşları, yeni bir “gönüllü hemşirelik kursu” açılması için Dr. Besim Ömer Paşa’yı ziyaret etti.

(…..) Öneriyi öğrenince Paşa’nın gözleri yaşardı. Kadınların çalışmasını, meslek gereği de olsa bir erkeğe el sürmesini kabul etmeyen bağnazların tepkilerine göğüs gererek hemşirelik mesleğini o başlatmıştı. Açtığı kursu bitiren Müslüman hanımlar Trablus ve Balkan Savaşı sırasında Kızılay hastanelerinde çalışmışlardı. İçini çekti:

“O felâket günlerinin ertesinde, yeni kurs açmayı düşünemedik. Eskilerden bu önemli mesleği sürdüren ancak bir-iki kişi kaldı. Evlenenler, belki de kocaları izin vermediği için ayrıldılar. İlk kursa pek az hanım katılabilmişti. Anlıyorum ki bu kez öyle olmayacak. Kurs açılacağını duyurun!” (s.148-149)

Hemşire Safiye Hüseyin Elbi ve “Yüzen Hastaneler”

Hemşire Safiye Hüseyin Elbi / Reşit Paşa Hastane Gemisi

 

 

 

 

 

 

Çanakkale Savaşları başladığında birçok yolcu vapuru “hastane gemisi”ne dönüştürüldü. Şirket-i Hayriye’nin 60, 61, 62 ve 63 no’lu vapurları, büyük hastanelere nakledilmesi gereken yaralı sayısının artması ile 70 no’lu vapur, Akdeniz Vapuru, Reşit Paşa Gemisi, Halep Vapuru, Gülnihal Gemisi de yaralı nakil işlemleri için ayrıldı. Bu gemiler Akbaş ya da Kilya İskelesinden yaralıları alıp İstanbul,

Hilâl-i Ahmer ve Vatan Hastanelerine ulaştırıyordu.

 “Boğaziçi’nin süsü ve neşesi olan bu güzel gemiler şimdi kanlı savaşı temsil ediyorlardı. “

Reşit Paşa Hastane Gemisi’nin “baş hastabakıcısı” ise Türk Hemşirelik Tarihinde unutulmaz bir isim olacaktır: Safiye Hüseyin Elbi. Dr. Besim Ömer Paşa’nın liderliğinde başlayan hemşirelik ve ebelik eğitimine katılan Elbi, daha önce de Balkan Savaşında gönüllü çalışmıştı.

Akbaş İskelesinde demirleyen Reşit Paşa Vapuru’na getirilen yaralılara ilk müdahale bu hastane gemisinde yapılıyor, yüzlerce yaralı Mehmetçik buradan Hilâl-i Ahmer Hastanelerine götürülüyordu. İstanbul’dan dönerken asker ve mühimmat taşıma görevini de yapıyordu.

İleride, “Kızılay Hemşirelik Okulu”nun kurucuları arasında yer alacak olan Safiye Hüseyin, meslek aşkı ve gösterdiği özveriler, yaptığı bilimsel çeviri ve hizmetleriyle yurt dışında çeşitli madalyalar alacaktır. “Florance Nigthingale Madalyası”nı kazanan ilk ve tek Türk kadını olacaktır.

  Çanakkale Gazilerini Taşıyan Bir Hilâl-i Ahmer Vapurunun İstanbul Sirkeci iskelesine varışı ve yaralıların iskelede indirilişi. (14 Mayıs 1915)

 

 

 

 

 

Canı Pahasına, Can Kurtaran “Tabipler”

Savaşta sağlık konusunda asıl yükü çekenler, doktorlardı. Cephe içinde de görev yaptıkları için bazı doktorların şehit olma olasılığı oldukça yüksekti. Nitekim; cephede ve seyyar hastanelerde görev yapan tabur ve alay doktorlarından şehitler verildi. 

Gelibolu Hilal-i Ahmer Hastanesi’nde Cerrahi Müdahale.

Baştabip Dr. Talha Yusuf, Op. Dr. Faik Beyler. (22 Nisan 1915)

 

 

 

 

 

“Haydarpaşa hastanesinin babacan başhekimi günün dörtte üçünü ameliyatta geçiriyordu. Operatör az, yaralı çoktu. Durmadan yaralı geliyordu.

İstanbul’a yollanan yaralı sayısı 50.000’i geçmişti. Sonunda halkın morali bozulmasın diye yaralıların gemilerden gece yarısı çıkarılıp ıssız caddelerden geçirilerek hastanelere gizlice götürüldüğü günler gelmişti. Sayı gittikçe artıyordu.” (s.416)

Vapurlardan sora sıra okullara da geldi: Bezm-i Âlem Sultanisi’nden, Acıbadem ve Moda’daki mekteplere, İstanbul ve Gelibolu bölgesinde birçok okul hastane olarak kullanıldı. Hatta bazı hanımlar evlerini revir olarak açtı… Çanakkale bölgesindeki köylerde, herkes altındaki yatağı bile orduya taşıdı. Savaşın şiddeti ve artan yaralı sayısı, cephedeki doktorları bazen ateş hattına kadar sokulmaya mecbur bırakmıştı. Üstelik uluslararası anlaşmaları hiçe sayan düşman güçleri, ne seyyar hastane, ne hastane gemisi dinlemeden alçakça bombalamaktan kaçınmadı.

Yetersiz sağlık personeli, az sayıdaki hastane, sargı bezi, pamuk gibi sıkıntısı çekilen en basit malzemelerle rağmen “sağlık ordumuz” en az askerlerimiz kadar yoruldu, savaştı!…

Çanakkale’de savaşın kayıpları çok, ruhtaki yaraları çok derin. İnancını hiç yitirmeyen ulusumuz için yine de “Çanakkale ruhu, Kuva-yı Milliye ruhunun mayasıdır” ve Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın dediği gibi “Yeni Türkiye’nin önsözü”dür. Bu önsözü, Turgut Özakman ile birlikte, yeniden okuyalım!

Turgut Özakman’ın “DİRİLİŞ Çanakkale 1915” romanını indirimli fiyat ve avantajlı kargo seçeneği ile hemen satın almak için tıklayın.

 

 

 

 

Kapat