“AŞKIN SON SÖZÜ – PROF.DR.CENGİZ GÜLEÇ”

Birçok kültürde evlilik ilişkisinin ana temasının aşk olduğu öğretiliyor. Aşk evliliğinin tüm sorunları halledeceği beklentisi ile evlenmeye hazırlanıyoruz.”

Çocukluğumuzdan beri sonu mutlu biten, tutku dolu aşklarla büyütülüyoruz. Sonrasında romantik filmlerle aşkı idealleştiriyoruz. Sonuçta aşkın kendisine hayran kalıp, kendi hayatımızda da bu şekilde olması gerektiği düşüncesi ile hareket ediyoruz. Seçtiğimiz eşlerimizin filmlerde ve masallardaki kahramanlara benzemediğini fark ettikçe de beklentiler doyurulamıyor ve anlaşmazlıklar çıkıyor. Ama sakin olalım, ne de olsa efsanelere göre aşkın üstesinden başka hiç bir şey gelemez. Peki, gerçek hayatta da böyle mi?

“Öç alma hissi, yeni bir hayata doğru adım atmanızı engeller. Eşinizin önemini, hak etmediği kadar büyütmüş olursunuz. Bırakın gitsin. Ancak kendinize odaklandığınızda gerçekten vazgeçebilirsiniz.”

Aldattığını öğrendiniz. Oysa siz ona sadık kalmıştınız. Yıllardır gözlerinin içinde ufacık bir parıltı için bile her şeyinizi feda etmiştiniz. Hayatınızın merkezinde o vardı. Sonra bir gün onunla yaşadığınız hayatın bir yanılsama olduğunu öğrendiniz. Canınızı yakmıştı ve bunun bedelini ödemeliydi. Size yaşattığının aynısını yaşamalıydı. Peki, canı acıyacak mı? Canı acıdığında size yaptığını anlasa bile ne değişecek? Birine yapay bir pişmanlık yaşatmanın ya da empati kurmaya zorlamanın bir anlamı var mı?

Ne kadar çok sahiplenirsek, o kadar çok kaybetme riski ile karşı karşıya kalırız. Sahiplenici sevgi, gerçek sevgi değildir.”

Sevdiğimiz kişi tarafından sahiplenilmek başta hoşumuza gidiyor, gururumuz okşanıyor. Sonrasında boğulduğumuzu hissetmeye başlamamız kaçınılmaz hale geliyor. Çünkü birey olarak kendimize ait alanlarımıza ve özgürlüklerimize sürekli müdahale edilmesini kişiliğimize yönelik saldırı olarak algılıyoruz. Sahiplenirken ise aslında karşımızdaki kişide olası değişimleri kontrol etmeye ve engellemeye çalışıyoruz. Peki, bunun nedeninin kendimize olan özgüvensizliğimiz ve bunu dışardan temin etmeye çalışmamız olabileceğini düşündünüz mü hiç?

Ayrılığı çok az insan, hayatın bir meydan okuması olarak görür. Gerekli dersleri çıkararak hayata daha güçlü devam edebilmek, ender görülen bir insanlık başarısıdır.”

Ayrılık durumlarında, terk edilen kişinin yas dönemi ve bu süreçteki pişmanlıkları, kendini sorgulamaları, öfke patlamalarının kişinin değerinin düştüğünü düşünmesinden kaynaklanıyor. Kişi yaşadıklarını hak etmediğinden, ilişki süresi boyunca çok emek verdiğinden yakınıp durur. Ayrılığı yaşam yenilgisi olarak değil de sadece ilişkiyi yürütmede başarısızlık olarak algılayabilen kaç kişi var?

“Evlilikte yaşadığımız anlaşmazlıklar ve tartışmaların çoğunun kökeninde 'eşimi kontrol edebilirim, onu dönüştürebilirim' yanılsaması vardır. Sadece hakkımızda olumlu düşünmesini sağlamak için neler yaptığımızı gözden geçirebiliriz.”

Evlilik ilişkilerinde birbirimizi kontrol etmeye çalışarak, karşımızdaki insanı olduğu gibi kabul etmek yerine değiştirip kendimize benzetmeye çalışıyoruz. Bu daha kolayımıza geliyor çünkü varlığına saygı duymak yerine onun da bizim gibi davranıp düşünmesini sağlarsak anlaşmazlıklarımızı azaltmış oluyoruz. Ancak eşimizin ne hissettiğini kontrol etmemizin mümkün olmadığını ve onu değiştiremeyeceğimizi de biliyoruz - ki zaten değiştirmeyi düşünmememiz gerekiyor. Bunu kabul ederek ilişkinize başlayabilenlerden misiniz?

“Kendisinde sevilebilir hiçbir şey olmadığına inanan kişi, sevemez. Freud sevme yeteneğinin kısıtlı olmasının, genellikle kişinin kendisini aşırı önemsemesinin sonucu olduğunu iddia eder.”

Sevilmeyi bilmeyenler diyoruz biz bu gruba. Freud kişinin kendini çok sevmesi ile Reik ise özgüvensizlik ya da kendinden nefret etme ile açıklamış. Verebileceğiniz sevginin çok az ve sınırlı olduğunu düşündükleri için başkalarından da az sevgi beklerler. Dolayısıyla kendilerini de sevilmeye layık görmediklerinden sevgiyi de doya doya yaşama fırsatı bulamazlar.

“Tutkulu aşık sevdiğinin meziyetlerini neredeyse mutlaklaştırır. Tutkulu aşk köleleştirici aşktır. Sevdiği kişi üzerinde saltanat kurma arzusu nedeniyle kendini adamaya hazır bir eşin bulunması zorunludur.”

Tutkulu aşk ilişkisinde itaat eden ve hükmeden kişilik özelliklerinin tek bir kişide bulunması da mümkündür. Adanmış aşklar aslında sevgiliyi fethetmek üzere yaşanır. Bu tür aşklarda hoşgörü, her şeyin feda edildiği kişiyi kendine bağlamak için göze alınır.

Prof.Dr. Cengiz Güleç’in “Aşkın Son Sözü” kitabını indirimli fiyat ve avantajlı kargo seçeneği ile hemen satın almak için tıklayın.

 

 

 

 

Kapat