2021 Nedret Gürcan Edebiyat Ödülü Hidayet Karakuş’a Verildi

 ANKARA’DA BİR GÜN / Hidayet KARAKUŞ

       Nedret Gürcan Edebiyat Ödülü Töreni’ne Ankara’ya gitmek için önce uçak yolculuğunu düşündüm. Küçük bir araştırmada uçak bileti ederlerinin artık eskisi gibi olmadığını ayrımsadım. Uçaklar gibi biletler de uçmuştu. Umarsız otobüs yolculuğuna yöneldim.

          Öteden beri otobüs yolculuklarını severim. Hele gündüz yolculukları benim için tam bir şölen olur. Genelde tekli koltuk alır, kitabımla, kendimle baş başa saatler boyu düşünür, düş kurarım. Oturdukça yorulsam da okumaya zaman bulduğum için mutlu olurum otobüslerde.

         Bu kez gece yolculuğu yapacaktım. Üstelik iki gece üst üste bir yolculuk olacaktı. Tepemdeki okuma ışığı sürücünün elinin altındaki bir düğmeden yanıyordu. Rica ettim ama bütün okuma ışıkları yandığı halde benim tepemdeki yanmadı. Bozukmuş! Okuyamadım, gözlerimi yumdum.

         Ankara’ya sabah 07.50’de vardık. Çok eski arkadaşım Gül Meriç Coşkun seni alırım demişti. AŞTİ’den alacağını söylemişti. Evi yakınmış.

         Ankara’da hava soğuktu ama ilk dikkatimi çeken AŞTİ’de büyük bir temizlik çabası oldu. Hem boyacılar hem AŞTİ’nin temizliği için işçiler çalışıyordu.

         Her sabah evde tıraş olmayı severim. Yüzüm hafifler. Kendimi dinçleşmiş duyumsarım. Bunda Selçuk Eğitim Enstitüsü’nde ruh sağlığı öğretmenimiz Burhanettin Canatan’ın sözünün etkili olduğunu biliyorum.

          “Öğretmen olarak her sabah tıraşlı bir yüzle öğrencilerinizin karşısına çıkarsanız onların üzerinde güzel bir etki bırakırsınız. Siz onların örneği olacaksınız. Ayrıca kendinizi daha iyi duyumsarsınız. Dinçleşirsiniz, temizliğin insan üzerinde çok olumlu etkisi vardır.”

           Sözcük sözcük böyle demedi öğretmenimiz ama bu anlamda konuştu. O günden beri sabahları tıraş olmak benim için hem bir görev hem bir yeğnilik nedenidir.  Sonradan daha önemli bir değer kazandı güzemde tıraş olmak. Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün cephelerden sonra hiç de sakal bırakmadığını anımsadım. Boyunbağı takarak çağcıl bir insan olmanın örneğini de verdi bu ulusa. Öyleyse…

            Şimdi bakıyorum da öğretmenlerin çoğu sakallı, hırpani bir kılıkla sınıfa giriyor, bunu da özgürlük sanıyorlar. Çocuğun örnek alırken zihnen kendini geleceğe onun gibi hazırlayacağını düşünmüyorlar. Gördüğü yanlış özgürlük, çocuğun ömrüne damgasını vuracak bir yanlışlığı içeriyor. Yazık ki kimileri de boyunbağı takmamayı özgürlük diye algıladılar. Ne verdikleri emeğin hakkını aramak, ne okulların perişan durumu onların özgürlüğünden önemli oldu. “Özgürlüğün zorunluluğun bilinci” olduğunu algılamıyorlar. Hoş bu yaşamsal zorunlulukları sayın desek bugün kaç öğretmen sayar?

            Konuyu dağıtmayayım. Bu çok ayrı bir konu ama değinmeden geçemedim tıraş deyince.

            Ankara’ya inince AŞTİ’de berbere gittim. Yıllar yıllar önce Yalvaç’ta Cici Berber Tacettin Uçar’a sakal tıraşı olmuştum. Gözümün önündedir onun tıraş ederken gülünce görünen altın dişi. Pembe yüzünde sürekli gülen gözleri, temiz elleri, kısa narin boyuyla sevdiğim bir insandı.

           AŞTİ’deki berber yanılmıyorsam Kadir’di ama yanındaki ortağı mı, kalfası mı bilemediğim genç berber Şenol beni koltuğa buyur etti.

           Berber dükkânında koltuklar, dolaplar siyahtı. Ortadaki sehpa siyah.

          İçeri girdiğimde yüksek sesle bir türkü söyleniyordu televizyondu. Özel bir kanaldan soyadı Kızıltunç ya da Kızıltuğ olan bir türkücünün yanık sesi doldurmuştu içeriyi. 

          Yaşlı berber, türkünün sesini kıstı. Türküleri sevdiğim için merak ederek sordum da söyledi türkücünün adını. İki yüz elli bestesi varmış. Pek çok kanalda söylüyormuş. Sivaslıymış.

          Şenol, bu arada önlüğü boynuma tutturup tıraş sabununu köpürtmeye başlamıştı.

          Tıraşım boyunca türkücünün yanık sesiyle geçti zaman. Yüzümün ince derisini okşadım koltuktan kalkınca. Berber Şenol, perdahlaya perdahlaya hem usturayla hem elektrikli makineyle tıraş etmişti beni.

        Aklımda Gül Meriç Coşkun’la nasıl buluşacağımız vardı ama berberden çıkınca aradı. O da gelmiş danışmanın önünde beni bekliyormuş. Arabasını bıraktığı yere yürüdük, havada kar kokusu vardı. Hafiften karla karışık yağmur atıştırıyordu.

        Kahvaltı edecek, sonra da ödül töreni için Mülkiyeliler Birliği’ne geçecektik. Bildiği pastaneye yakın bir otoparka arabayı bıraktık. Yağmur durmuştu. Pastaneye dek yürüdük.

        Gül Meriç Coşkun, ders kitapları, yardımcı kitaplar yazıyordu. Daha önce de Umay Bir Kedi mi? adıyla bir çocuk romanı çıkmıştı Koza Yayınları’ndan. Edebiyatı seviyor, biliyordu. Köy Enstitüleri Vakfı’yla da ilgileniyor, kültürel etkinlikleri kaçırmıyordu. Kahraman bir kadındı gözümde. Ankara’da iki çocuğuyla yaşama tutunmuş, yalnız öğretmen aylığıyla yapılamayacağını erken kavramıştı.

        Biz kahvaltı ederken yan masamıza küçük bir kızla annesi geldiler.  Gül de ben de çocukla iletişim kurmakta zorlanmadık. Çocuğun adı yanılmıyorsam Melis’ti. Birinci sınıftı. Özellikle Gül, anneyle hemen tanış oldu. Beni tanıttı. Çocukla birlikte fotoğraflarımızı çekti annesi. Gül’ün dikkatini çocuğun göz teması kurmaması çekti. Çocuğun elinde telefon vardı. Dikkati oraya yönelikti.

         Kızılay’a, Mülkiyeliler’e geldiğimizde saat 13.00 sıralarıydı. Önce bahçede oturduk. O sırada Payda Yayınları’nın sahibi Mesut Özcan geldi. Ahmet-Nazlı Özer çifti, dayıoğlum Halim Önü, Niyazi Altunya geldiler. Derken pek çok arkadaş sökün etti. Bilgisunardan tanıştığımız, benimle zoom üzerinden bir söyleşi yapan gazeteci Nurdane Özdemir Sağkan geldi.

          1993’te Sivas’tan döndükten sonra Edebiyatçılar Derneği bize Mülkiyeliler Birliği’nde yer ayırtmıştı. 3 Temmuz’da Ankara’ya getirilmiş, 4 Temmuz sabahı saat 10.00’da da Aziz Nesin burada basın toplantısı yapmıştı. Bir sözü kalmıştı aklımda: “Bu şeriatçılar bir gün Tansu Çiller’in saçlarından sürükleyecekler.”

          Madımak Katliamı’ndan o günlerin başbakanı Tansu Çiller hükümeti sorumluydu. Aziz Nesin de konuşmasında bunu vurguluyordu.

          Mülkiyeliler Birliği’nin arkada, eskiden pastane olan, sokağa bakan bir küçük salonundaydı ödül töreni.

          Salon yüz kişilikti sanırım. Doluydu. Pek çok dost, arkadaş doldurdu salonu. Köy Enstitüleri Vakfı’ndan Erdal Atıcı, eski dostlarımdan Erdal Çalı gelmişlerdi. Üstün Dökmen gelmişti. Tanışmıyorduk ama gelmesi sevindirdi beni.

          Şair nedret Gürcan’ın oğulları Ali Niyazi Gürcan, Osman Barkın Gürcan kızı Ertil Hanım eşiyle birlikte oradaydılar.

       Şair Ahmet Özer, ödül törenini yönetti. Birikimiyle Nedret Gürcan’ın şairliğini değerlendirirken ödülün gerekçesini açıklarken taşra kavramının Nedret Gürcan için önemini anlattı. 1953-54 yıllarında Dinar gibi küçük bir ilçede Şairler Yaprağı gibi bir dergiyi kahramanca bir savaşımla 36 sayı çıkarmanın kolay olmadığını vurguladı.

       Nedret Gürcan’ın küçük oğlu Osman Barkın, babasını anlatırken gözyaşlarını tutamadı. Ağlaya ağlaya okudu babasını anlattığı yazıyı. İzleyenlerin de duygulandığı bir konuşmaydı.

       Nedret Gürcan’ı tez konusu yapan Prof Dr. Abdullah Şengül, şairi neden ele aldığını, alınca nasıl bir insanla karşılaştığını, kendisiyle çok kez konuştuğunu belirterek ilginç izlenimlerini aktardı.

       Şair A. Kadir Paksoy da ilkçağlardan bu yana Anadolu’da yazılan şiirlerle günümüzde yazılan şiirlerin konu benzerliklerini anlattı. Eski şiirlerden seçtiği örneklerle günümüz şiirlerinden seçtiği örnekleri alt alta yazarak konu birlikteliklerini vurguladı. İlginç bir yöntemdi. Çağları aşıp gelen insan oğlunun aynı sorunlarla boğuştuğunu şiirlerle ortaya koydu.

       2020 Nedret Gürcan Edebiyat Emek Ödülü Bafra’da yayımlanan Edebiyat Nöbeti Dergisi’ne verilmişti. Dinar’da, taşrada çıkan Şairler Yaprağı’nın benzeri bir dergiye verilerek değerli şairin anısına bir saygıydı.

       2021 Nedret Gürcan Edebiyat Ödülü’nün seçici kurulla Payda Yayınları’yla Gürcan’ın ailesiyle yapılan görüşmeler sonunda edebiyata emek ödülüne dönüştürülmüş. Ödüle başvurulmuyor. Ahmet Özer, Hasibe Ayten, Özgen Seçkin, Ali Mustafa ile Mesut Özcan’ın oluşturduğu seçici kurulun ülkemizdeki yıllık edebiyat ortamını değerlendirmesi sonucu ödül alacak kişi ya da kurum belirleniyor.

        Bu yıl da beni ödüle değer görmüşlerdi. 25 Eylül’de Mersin’de Dil Bayramı’ndayken Mesut Özcan haber vermişti. Benim için şaşırtıcıydı. Sevindim elbette.

       Arkadaşlarla ödül sonrası dışarı çıktığımızda Ankara’da yağmur çiseliyordu.

       Her ödülde edebiyat dünyamızda çıkan ödül tartışmalarını düşünürüm. Kimi yazar, şair ödüle karşıdır. Kimileri gereksiz bulur. Kimileri ödüllerde türlü oyunların döndüğüne, kayırılan şairlerin, yazarların varlığını öne sürerek ödül kurumunun çürümüşlüğünü savlar. Hepsi kendilerine göre haklıdır. Gerçekten kimi ödüller insanın midesini bulandıracak denli kötü kokular yayar. Kimi ödüller de bol keseden dağıtılır.

         Geçenlerde sanal evrende rastladım. Elli kişi bir araya gelmiş hepsi öyküler şiirler yazmışlar, bir edebiyat (!) topluluğu oluşturmuşlar. Toplam elli kişi, birbirlerine ödül vererek birbirlerini ağırlamışlar. Tam anlamıyla bir şenlik(!) olmuş sizin anlayacağınız.

         Geçende bir yazar da tarihsel incelemesiyle kazandığı Yunus Nadi Ödülü’nü aldıktan sonra yeni bir çalışmasının bulunduğunu, bu çalışmasıyla da yeni bir ödülü hedeflediğini anlatıyordu. Olabilir elbette. Bu biraz da gönlünden geçeni söylemektir.

          İnceleme araştırma yapanlar ödül için mi çalışırlar bilemem ama edebiyat ödül için yapılmaz. Ortaya iyi yapıt koymaktır önemli olan. Gerçekten özgünse yazdıkların, ödül kendiliğinden gelir. Kaldı ki gelmezse ne olur? Yapıt özgünlüğünden, değerinden bir şey mi yitirir? Bu düşünülemez bile. Geçen yıllarda ödül alan kimi romanlar, öyküler, şiirler bugün ne kadar okunuyor?

          Ödülün, hele ilk yapıtların ödüllendirilmesinin, yazarının edebiyata sarılması bakımından etkisi büyüktür. İlk ödülüm Mehmet Ali Yalçın Roman Ödülü’nü 1981’de kazanmasaydım bugün belki de roman yazmayacak, yalnız şiirle, çocuk kitaplarıyla yolumu sürdürecektim.

          Ankara’dan ayrılırken 2021 Nedret Gürcan Emek Ödülü’yle birlikte sorumluluğumun arttığını düşündüm ama Gürcan ailesini, Payda Yayınları’nın sahibi Mesut Özcan’ı, Prof. Dr. Abdullah Şengül’ü  tanımanın, sevgili arkadaşlarım Ahmet Özer’i, A. Kadir Paksoy’u, Niyazi Altunya’yı, dayıoğlu sevgili Halim Öncü’yü, sevgili Gül Meriç Coşkun’u yıllar sonra görmenin erinciyle doluydum.

         Önümüzdeki 2022’nin Nedret Gürcan Ödülü’nü alacak şairi bugünden merak ediyorum. Dinar’da bozkırda açan bir çiçek gibi yaşayan, gönlü geniş, şiir tutkunu bu değerli şairin adını adının yayına yazdıracak hangi şair olacak kim bilir! Şimdiden kutluyorum bu arkadaşı.

 

Hidayet Karakuş’un Özel Coğrafya Dersleri kitabını indirimli fiyat ve avantajlı kargo seçeneğiyle satın almak için tıklayın.

 

 

 

 

 

 

Kapat