Olağanüstü bir deha: Frida Kahlo

Picasso’nun “Onun yaptığı portreleri resmetme yeteneğine sahip değilim” dediği Meksikalı ressam Frida Kahlo’nun filme de aktarılan biyografisinde bu büyük dehanın başından geçenlere tüm çıplaklığıyla tanık oluyorsunuz.

1953 yılının Nisan ayında, 47 yaşındaki ölümüne bir yıldan az vakit kalmışken, Frida Kahlo doğum yeri olan Meksika’da ilk büyük resim sergisini açtı. O zamana kadar sağlığı öylesine bozulmuştu ki, hiç kimse onun sergiye katılmasını beklemiyordu. Ama akşam saat sekizde, Mexico City Modern Sanat Galerisi’nin kapıları ziyarete açıldıktan hemen sonra, bir ambulans geldi. En sevdiği Meksika giysileri içindeki sanatçı, bir hastane sandalyesi üzerinde, galeriye o gün öğleden sonra getirilmiş olan dört direkli karyolasına taşındı. Yatak onun istediği şekilde, ünlü bir duvar ressamı olan kocası Diego Rivera’nın ve politik kahramanları Malenkov ile Stalin’in fotoğraflarıyla süslenmişti. Karyolanın direklerinden ve tavanından, kağıttan yapılmış süsler akıyor, yine karyolanın tavanına yerleştirilmiş olan ayna da, kadının harap olmuş ama neşeli yüzünü yansıtıyordu. 200 arkadaşı ve hayranı Frida Kahlo’yu tek tek selamladı, sonra da yatağın etrafını çevreleyip gecenin geç saatlerine kadar onunla birlikte Meksika türküleri söylediler.” Frida filmini izleyenler anlatılan bu sahneyi gözlerinde canlandıracaklardır. İzlemeyenler ise bu sahnenin dünyaca ünlü ressam Frida Kahlo’nun ilk kişisel sergisine katılma hikâyesi karşısında illaki şaşıracaklardır. Yaratıcı kişiliğinin yanı sıra hayata karşı duruşunda da öldüğü güne kadar her zaman son derece kendinden emin olan Frida, henüz 15 yaşındayken okuldan eve dönerken bindiği otobüse tramvay çarpması sonucu trenin demir çubuklarından birisi sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkınca 1 ay hastanede tedavi gördü. 32 kez ameliyat geçirmiş, hayatı korseler, doktorlar arasında geçmiş, omurgası ve sağ bacağında dinmeyen bir acıyla yaşamak zorunda kaldı. Uzun bir süre de evde yatağa mahkum yaşayan Frida, ailesinin teşvikiyle “oyalamak için” resim yapmaya başladı. Sıkıldığı için yatağının tavanına astığı aynaya bakarak oto-portreler yapmaya başlayan bu Meksikalı kadın için hayatının dönüm noktası bu kaza oldu. O korkunç kazadan büyük bir deha; 143 tabloya imza atan Frida Kahlo doğdu.

Sanat tarihçisi Hayden Herrera, Frida Kahlo’nun resimlerinin, mektuplarının, fotoğraflarının ve yakın çevresinin izini sürerek hazırladığı ve beyaz perdeye de uyarlanan “Frida” kitabı bu üstün deha sahibi kadının yaşamını tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. 

Hayatını zindana çeviren, ama içindeki dehayı gün yüzüne çıkaran o korkunç kazayı da anlatarak, Frida’nın köklerine- ailesine- uzanan, yaşadığı evi, mahalleyi, içinde bulunduğu kültürü ve psikolojiyi derinlemesine anlatan bir kitap “Frida”.

Hayden Herrera, Frida ‘nın resme başlayış hikâyesini her zaman farklı şekillerde anlattığını söylüyor kitapta ve Frida’nın farklı kişilerle olan mektuplaşmaları üzerinden bu durumu örneklendiriyor. “Bir trafik kazası nedeniyle yatağa düştüğüm 1926 yılına kadar, resim yapmayı hiç düşünmedim. Alçılı bir halde yatmaktan çok sıkılmıştım. (...) Bu yüzden bir şeyler yapmaya karar verdim. Babamdan biraz yağlı boya çaldım, annem de benim için özel bir resim sehpası sipariş etti, çünkü oturamıyordum ve resim yapmaya başladım. (Arkadaşı Julien Levy’e yazdığı mektuptan...)

Aşkın kadını
Kendisinden yaşça büyük olan ve bir ayrılıp bir barıştığı ancak hiçbir zaman kopamadığı eşi Diego Rivera, onun hayranlık duyduğu bir ressamdı. Frida resim yapmaya başladığı ilk dönemlerde Diego'nun sanatını hayranlık izler ve hep onunla tanışacağı günün hayalini kurardı. Hayali de gerçekleşti. Tanışmakla kalmadı hayatının erkeği de oldu Frida'nın. Evliliğe uzanan bu ilişki Diego'nun çapkınlıkları ile çok fazla yara aldı ama Frida herkesin hatta ailesinin dahi 'çirkin ve yaşlı' bulduğu adamdan kopamadı. 

"Mavi Ev"i müze oldu
Herrera’ya göre ilk yaptığı resimler arasında sadece ilk oto-portresi, gelecekteki eserlerinin özgünlüğüne, yoğun kişiselliğine işaret eder. Belki de bunun sebebi, sonradan yaptığı pek çok oto-portre gibi söz konusu portrenin de aşkın bir sembolü, sanatçının mutluluğu için çok önemli olan bir tür tılsım olmasıydı. Frida Kahlo’nun yaşamı mavi evde başlayıp yine aynı evde sona erdi. Mexico City’deki evi babası 1904’te inşa etmişti. Frida’nın ölümünden sonra müzeye dönüştürülen mavi evin büyük kapısında “Museo Frida Kahlo” yazıyor. Girişinde her biri yaklaşık altı metre boyunda olan ve duruşlarından, bir sohbetin ortasındaymışlar gibi görünen dev ve solgun 2 Yahuda figürü yer alıyor. Onları geçtikten sonra girilen yer, tropik bitkileri, çeşmeleri ve çeşitli heykellerle süslenmiş bir bahçeye açılıyor. Frida’nın fırçaları ve paleti, sanki az önce kendisi oraya bırakmış gibi çalışma masasının üzerinde duruyor. Öbür tarafta Frida’nın büyük aşkı Diego’nun yatağının yanında Stetson şapkası, iş tulumu ve büyük ayakkabıları yer alıyor. Frida’nın elbiseleri ise cam kapılı bir dolabın içinde sergileniyor. Dolabın yaslandığı duvara boyayla “Frida Kahlo 7 Temmuz 1910’da burada doğdu.” yazıyor. Bu yazı ise ölümünden 4 yıl sonra, evi halka açık bir müzeye dönüştürüldüğünde yazılmış. 

İpek Ceylan Ünalan 

* Bu yazı Vatan Kitap'ta yayımlanmıştır.

Frida kitabını indirimli fiyat ve avantajlı kargo seçeneği ile satın almak için hemen tıklayınız. 

 

 

 

 

 

Kapat