“Ben Neyi Bekliyordum, Beni Ne Bekliyordu?”

Yunanlı bir askerin gözünden Kurtuluş Savaşımızı anlatan, güçlü ve farklı bir roman.

 Yunan köyü Razakis’e gelen “Seferberlik Emri” ile birlikte, Maria’nın içine de kor ateş düştü.

Maria’nın büyük oğlu Pandeli askerlik çağındaydı. Elbette askerlik yapacaktı; ama barış zamanı değildi, Anadolu’ya savaşmaya gidiyordu Yunan ordusu. Yüreğini acıtan, içini karartan buydu. Kocası Girit’e gitmiş ve geri dönmemişti. Şimdi de oğlu gidecekti bir bilinmeze, ya o da geri gelmezse?..

Annesini, kardeşi Dimitri’ye emanet eder Pandeli; güzel atı “Rüzgâr”ı da Yunan ordusuna… Gönlünde komşu kızı Sofia’nın güzel gözleri, bir hafta sonra birliğine teslim olup yola çıkar.

Hidayet Karakuş’un “Anne Beni Bekleme” romanı, Kurtuluş Savaşı’nı bir Yunan askeri olan Pandeli’nin gözüyle anlatan, duygusal ve altyapısı güçlü bir roman.

İzmir’in İşgâli ve Etekli “Evzon” Askerleri

Pandeli’nin bindiği “İlyada” adlı gemi, İzmir’e Yunan birliklerini taşıyan gemilerden sadece biriydi. İzmirli Rum ve Ermenilerin büyük coşkusuyla karşılanıp Metropolit Hrisostomos tarafından kutsanmışlardı! Gemiden ilk önce inen Evzon askerleriyle büyük bir gövde gösterisi yapmayı da ihmal etmemişlerdi. Pandeli, tüfekleriyle her törende boy gösteren Evzonların onu hep güldüren komik kıyafetleri hakkında şöyle düşünür:

“…Etekleri başlı başına bir ayrıcalıktı onlar için. (….) Eteklerinde 400 pli varmış. Bu 400 pli Yunanistan’ın Osmanlı egemenliğinde kaldığı dört yüz yılı unutmamak içinmiş. Çünkü Osmanlı’ya karşı savaşı başlatan kır gerillalarıymış Evzonlar.” (s.30)

Askerler komutanların planı doğrultusunda İzmir’in her semtine dağılırken Punta’dan Konak’a yürüyen Evzonlar, bir gazetecinin silahlı saldırısı ile karşılaşacaktı. İlk kurşunun cevabını, bu gazetecinin bedenini süngülerle parçalayarak veren Yunan askerleri, Türk mahallelerinde de çok cana kıyacaktı.

Pandeli’nin Kendi İçinde Verdiği Savaş

Üç yılın sonunda Yunanlılar Afyon’a yerleşmiş, yirmi metre derinlikte hendekler ve yüksek tel örgülerle çevirdikleri şehirde, komutanları General Trikupis, orduya moral için bir balo bile düzenlemişti. Pandeli, geçen bu uzun süre zarfında annesi Maria ile seyrek de olsa mektuplaşıp onu habersiz bırakmamaya çalışmıştı.

Düne kadar, bağında bahçesinde toprakla uğraşan basit bir köy delikanlısı olan Pandeli; savaş koşulları içinde yaşayıp gördükleriyle değişecek, düşündükçe sorgulayıp anlamaya ve büyük resmi daha iyi görmeye başlayacaktır. O, İngilizler tarafından kışkırtılıp kandırılan, maşa olarak kullanılan bir ulusun askeridir. Bunu derin bir acıyla kavramıştır.

 “…İki yoksul ulus,

İngilizlerin kale kapılarını kırıp açmak için kullandıkları koçbaşıydık.” (s.51)

İngiliz Başbakanı Lloyd George, bakanlar kurulunda şöyle bağırmıştı:

 “….. Türkleri yenerlerse, bu bizim için paha biçilmez bir kazanç olacak. Büyük, güçlü bir Yunanistan, Uzakdoğu’ya giden suyollarımızın Akdeniz’deki bekçiliğini yapabilir. Bırakalım savaşsınlar!(s.32)

Yunan Başkomutanı Aziz Hacianesti şöyle buyurmuştu:

“Arkamızda Büyük İngiltere, Büyük Fransa, Büyük Amerika varken tabanlarında çarık bile kalmamış Türklere mi yenileceğiz?” (s.51)

 

 

 

 

 

 

 

 

İngiliz Başbakanı Lloyd George / Yunanlı Başkomutan Aziz Hacianesti ve General Trikupis

Yunanlılar İzmir’den sonra Akhisar, Balıkesir, Bandırma… Tekirdağ’a kadar çıkartma yapmıştı. Yine de Yunanlı komutanların zafer coşkusu, Mustafa Kemal’in adı geçince yerini, derin bir suskunluğa bırakıyordu. Çanakkale’de İngiliz, Fransız ve İtalyanları durduran bu komutan, onları düşündürse de Türkleri küçümsemeye devam ediyorlardı. Hacianesti küstahça şunu söyleme cüretini göstermişti: “Bütün cepheyi dolaştım, Mustafa Kemal diye birine rastlamadım.” (s.46)

Kaçak Asker

Pandeli’nin birliği, hiç umulmadık bir zamanda, bir gece baskına uğrar ve her yer bir anda toz duman olur. Bombalar, top sesleri, havada uçan kol ve bacaklar arasında Pandeli, hayatta kalmak için bilinçsizce koşar.

Pandeli artık, “doğanın ortasında yaşamaya çalışan bir böcek” gibi içgüdülerine teslim olup kaçmaya başlar. Kimi zaman dere dibindeki bir evin samanlığına sığınır, kimi zaman terk edilmiş, yıkık bir bağ evine. Dizleri titreyerek, yorgunluk, açlık, umutsuzluk içinde gündüzleri saklanır, geceleri yol alır. Kıyısından yakınından geçtiği her köy ve kasaba ateşe verilmiş, yanık kokuları dört bir yanı sarmıştır. 

Yeniden köyüne dönmek, geride bıraktığı anne ve kardeşine, komşu kızı Sofia’ya, bağlara kavuşmak için derin bir özlem duyar Pandeli. Hem saklanmak, izini kaybettirmek, hem de o büyük denize kavuşmak için hep derenin, suyun, ırmağın yolunu izler.  

 “Irmağın genişleyip çakıllardan seke seke aktığı bir yerde yeniden indim yatağa. Hayıtların kokusu geldi burnuma. Böğürtlenlerin, kuşburnuların, dikenli alıç türü ağaççıkların doldurduğu geniş bir çayırlık çıktı önüme. Sazlıklar, sinek dikenleri, çayır bitkiler arasından geçtim.” (s.164)

“Her yanık tarla, her yakılmış omca kökü bu coğrafyanın yazgısı gibi gelmeye başlamıştı bana.” (s.173) “Uzaklardan isli bir koku geldi. (....) Rüzgâr yeniden estiğinde yanık toprak kokusuyla birlikte yanık yün kokusu, deri kokusu geliyordu. Gübre kokusu, hayvan pisliği kokusu geliyordu. Yeniden, yeniden geliyordu.”(s.183) “Yaşarsam Anadolu deyince hep bu kokuyu anımsayacağım sanırım. Bizim yarattığımız bu kokuyu.“ (s.213)

Asker değil, köylüyüm.

Bozgundan kaçarken özellikle kendi ordusu tarafından sivil halka yapılan eziyet ve saldırılar, her köy ve kasabaya ateş ve kanla atılan o çirkin imza, Pandeli’nin vicdanını kanatır. Tartaklanıp öldürülen yaşlı kadının yerindeki ya annesi olsaydı, ateşe verdikleri evinde yanarak ölen o güzel kızın yerindeki ya Sofia olsaydı?..  

Bireysel seçimini yapan ve artık kesinlikle bu savaşın içinde olmak istemeyen Pandeli’nin tek isteği bir yolunu bulup köyüne geri dönebilmektir. Bir yandan kaçak bir asker olarak yakalanıp savaş divanında kurşuna dizilmek vardır; öte yandan kaçarak saklanan Yunan askerlerinin peşindeki hınçla dolu Türk köylüleri iz sürmektedir. Pandeli’yi çok zor bir yolculuk bekler. Kimbilir daha neler yaşayacak, bu yolculuğun sonu nereye varacaktır?

Hidayet Karakuş’un “Anne Beni Bekleme” romanı, akıcı bir dille yazılmış, ince ayrıntılarla bezenmiş bir eser. Pandeli’nin iç dünyası başarıyla çizilmiş, özellikle “kaçış” serüveni içinde etkileyici betimlemeler dikkat çekiyor. Romanın bir artısı daha var: Aynı zamanda şair olan Karakuş’un bölüm başlarında kullandığı, Türk ve Yunan şairlerin şiirlerinden alıntı yaptığı güzel dizeler!..

Hidayet Karakuş’un “Anne Beni Bekleme” romanını indirimli fiyat ve avantajlı kargo seçeneği ile hemen satın almak için tıklayın.

 

 

 

 

                                                                 

Kapat